Mimarlık: Bir Cellada Karşı

Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan Mimarlık, çevrenizdeki insanların bir çoğunun bildiğinin aksine bir yaşantıyı tasarlama uğraşı. Ülkemizde matematikle metrekare artırmaya çalışan bir hesap makinesi muamelesi görse de durum aslında hiç de öyle değil. Tek bir çizgiden bir yapıyı hayal eden, o yapının içindeki insanların ergonomisi için gece uykusunda proje çizen bir meslek grubunu “hesaplayan adamlar” derecesine getiren bu sistemde, bugünkü yazı mesleki gerçeklerin, görünen yalanlarla mücadelesine odaklanıyor.

Ölen Mimar Değil, Mimarlık

Günümüzde “Mimarlık” bir tasarlama uğraşından ziyade metrekare hesapları ile matematik problemi çözmeye odaklanan bir meslek gibi görülüyor. Durum böyle olunca hesap makinesini eline alan inşaat alanı hesabı yapıp kendine “mimar” rolü biçiyor. Mimarlık bu kadar kolay hesaplanmaya çalışıldıkça yapılar güzelliğini, kent estetiğini, doğa taşını, toprağını, ağacını yitiriyor. Bunlardan daha önemlisi yapıların içinde yaşayan insan, mutluluğunu kaybediyor. Hesaplayan adamlarla daha da gaddar hale gelen meslek ortamına, mimar adapte olmaya çalışırken, mimarlık maalesef ölüyor.

Piyasa diye adlandırılan bu meslek ortamı bir cellat gibi mimarların üniversiteden mezun olacağı günü bekliyor. Her mimara bir cellat misali, mezun arttıkça piyasa da gaddarlaşıyor ve bu cellat mimarı değil mimarlığı öldürüyor.

“Kalem ve Kağıdın İlişkisinden Doğmayan Eser Gayri Meşrudur”

Bugünkü binaların büyük bölümünün ortaya çıkışı kar hırsı güden işletmelerin talepleri ile hesap makinesi ile başlarken, mimarlık kalem ile kağıdın ilişkisinden doğmuştur. Bu ilişkiyi pas geçen her türlü eser mimarlık adına gayri meşrudur aslında. İlk bakışta da anlaşılır bu durum.

İkinci örneği başınızı kaldırıp baktığınız her yerde görüyorsunuz. Çünkü bu binalar mimarlık evrenine ait değiller. Bu yapıların çokça olduğu yerlerde konuşmamız gereken başka şeyler var. Mesela neden-ler?

Mimarlar ve Diğerleri

Farklı meslek dallarının “Mimarlık” alanına pervasızca girmesi ile birlikte arsa alanından inşaat alanı hesaplayan “mimar” oldum sanıyor. Bu grubun yaptığını iddia ettiği “tasarım”, bir bilgisayar programının elinden çıkan ve her biri birbirine benzeyen yapı yığınlarından fazla bir şey değil. Çünkü bu gruba göre bilgisayar programını kullanmayı bilmek, mimar olmakla eşdeğer. Ancak mimarlar ve diğerlerinin mücadelesi bu durumda dahi birbirleri ile değil, daha fazla kar amaçlayan işverenle. Zira tasarımı tamamlanan yapı artık mimarının değil, onu satın alan yatırımcının eseri oluyor.

Yapı tasarımına başlayan bir mimar, ondan daha fazla inşaat alanı isteyen bir işverene sahip olmasına rağmen eline ilk olarak bir kalem alır. Sanılanın aksine hesap makinesi ile tasarım yapmak mümkün değildir. İşverenin/ Yatırımcının, “daha fazla kar etme” ve “daha ucuza alma” özellikleri onun doğasında vardır. Doğası gereği kar amacı güden her bir yatırımcı yapıda mimarlığı değil ekonomiyi arar. Bu durum tasarımın başlangıcından son çivi çakılana kadar sürer ve yapıyı tasarlandığı haliyle değil daha ucuz haliyle inşa etmeye sevk eder. Yapıya karakterini veren malzemeler ve detaylar gider, işverenin maliyet hesabı ile ustanın yapabildiği uygulamalar gelir.

Bugün kentin silüetine baktığınızda ortaya çıkan yapıların büyük çoğunluğu işte bu grubun elinden çıkmaktadır. İyi veya kötü, güzel veya çirkin, estetik veya değil, kent bir şekilde büyümeye devam etmektedir. Tasarlanmamış yapılar ve kentler trafik sıkışıklığına, hava kirliliğine, yağmur yağdığında sele, deprem olduğunda ölüme neden olur. Her afette söylenildiğinin aksine, felaketler insanların hırsından doğar. Çünkü doğa onunla dost olarak yaşamayı bilen hiç bir canlıya zarar vermez. Ona ne verilirse karşılığını verir.

Bütün bu hikayede mimar, temel problemi eline hesap makinesini değil kalemi alarak çözebilir. Hesap makineleri güneşin doğduğu yönü, hakim rüzgarı, sokaktaki trafiği, havanın kalitesini, manzaranın nerede olduğunu, yapıda kimlerin yaşayacağını, fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusunu, pencereye gelen kuşların seslerini ve daha bir çok şeyi hesaplayamaz. Bunlar mimarın düşündüğü ve yapıyı buna göre tasarladığı binlerce şeyden yalnızca bir kaçı. Bütün tasarımlar işverenin hesaplama talebine rağmen hesap makinesi ile değil kalemle başlar. Bu durum her yapı için geçerlidir ve mimar isterse yapı tamamlanıncaya kadar devam eder. Mimarın bu mücadeleden yorulduğu durumlarda ise mimarlık, celladına yenilir.

ÖncekiShou Sugi Ban – Bir Japon Mucizesi
SonrakiEvde Mutsuzluğa İlk Adım: Ucuz Mimarlık